İslam dünyası Amerikalıların müdahale alanı ve müstebah sahasıdır.  Brzezinski’nin ifadesiyle (Out of Control kitabı) burası hilafetten sonra lidersiz bırakılan bir alandır.  Lidersizlik boşluğunu Batı doldurmuştur.  Önce İngiltere ardından ABD. Arap Baharıyla birlikte Araplar kendinden zuhur ve müteharrik bizzat bir hamlede bulunmuş insiyaki bir biçimde inisiyatifi geri almak istemişlerdir. Bu hamlenin önünü yerel ve ulusalcı güçlerle birlikte küresel güçler kesmiştir. Kabuğunu çatlatmış hareketin üzerine hep birlikte çullanmışlardır. Bu zaviyeden bakarak,  ulusalcı güçlerin kendilerini bağımsız olduklarını vehmetmekle yanılgıya düştüklerini söyleyebiliriz. Onlar yerellik kılıfı veya ulusalcılık kılıfı altında Amerikan çatısı altında barınıyorlar. İngilizlerin kirveliğiyle doğmuş bu akım daha sonra Amerikalıların kucağına oturmuştur.

 11 Eylül fedaisi David Frum’un yazmış olduğu The Right Man’da ipuçları verilen Amerikan güdümlü liderler için ‘ Kahire’deki adamımız’, ‘İslamabad’daki adamımız’, ‘ Kaçarta’daki adamımız’ gibi ifadeler kullanırlar. Bu aralarında böbürlenme ve övünme nedeni ve kaynağı olmuştur.  Bununla birlikte bu tarz bildik ve alışık ifadeleri kurumlar için de kullanırlar mı? Falanca istihbarattaki adamamız vesaire derler mi? Rastlamış değilim. O kadar detaya girmek istemezler ve ülkedeki adamları varken kurumlardaki adamlarını zikretmek istemezler. Ülkeyi kucaklamış iken ne diye kurumlardan söz etsinler? Bu kadar küçülmek istemezler!   Ama önce kurumları devşirirler. Nitekim bir zamanlar MAH ve MİT ilk kurulduğu yıllarda mensuplarının maaşlarını bile ABD vermiştir.   Hassas kurumların bile bağımsızlığına müsaade etmemişlerdir. Bir dönemler çeşitli kılıflar altında generaller ve polis müdürlerinin hatta gazeteci ve yazarların yolu illa ki ABD’den geçmiştir.  Amerikalıların İsrail ile ilişkileri neyse bizim de Amerikalılarla ilişkimiz aynı boyutta veya seviyede idi.

Bu nedenle de Irak politikalarından dolayı Ecevit’i cezalandırmış olabilirler. Daha sonra da zaten Ecevit kendini cezalandırdı. 1 Mart Tezkeresi geçmeyince hükümetten veya ordudan intikam almak istediler.  Eşkıya kılıklı savunma Bakanı Rumsfeld bunu birkaç kez açıktan söyledi. Kuzeyden Irak’a girememelerinin bedelini Türkiye’ye ödetmek istedi. Lakin durum planlanmamış bir yol kazası idi. Kimsenin kastı bulunmuyordu.   Bununla birlikte İlker Başbuğ’un anlatımlarına bakacak olursanız Fethullah Hoca grubu üzerinden ABD ordudan intikam almak istemiştir. ABD doğrudan kurumları cezalandırabilir mi?  Oraya buraya dayattıkları ambargoyu ihlal eden şirketleri pekala re’sen cezalandırmıyorlar mı? Bazen orduları da öyle. Sözgelimi İran’a yönelik ambargoya ilaveten Devrim Muhafızları da bir zamanlar ABD’nin tepkisini çekmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerini doğrudan cezalandıramayan Amerikalılar pekala Gülen ve yargı paralelini kullanarak amaçlarına ulaşmak istemiş olabilir. Nitekim, İlker Başbuğ kendilerine karşı kurulan kumpastan dolayı hükümeti sessizlikle, ABD ve Gülen yapısını ise doğrudan kumpasa katılmakla suçlamıştır. Kendileri sütten çıkmış ak kaşık mıdır o da başka bir boyuttur.

Hükümetten bir yıl daha fazla Zaman’da iktidarda kalan Ekrem Dumanlı öngördüğünün aksine hükümetten evvel havlu attı.  Bunlar ibretamiz şeyler. Zaman kendisini yenileyebilir. 1995 yılından itibaren kaybetmiş olduğu pusulasına geri dönebilir, fabrika ayarlarına avdet edebilir. Bu beklediğimiz dahası umduğumuz bir şey ama buna ihtimal vermiyorum. Köprünün altından çok sular aktı.  Zaman camiası bizim açımızdan atıl bırakılan ve bloke edilen büyük bir rezervdir.  Onlara bakarsanız zaman kazanmak istediler bize bakarsanız zaman kaybettiler.  Hesaplı gitmek Allah’ı işine karışmaktır. Hemen söyleyeyim, bundan hesapsız gidin anlamı çıkmaz.  İlker başbuğ’un zaviyesinden de, ülke menfaatlerini gözetmeyen ve başka amaçlara kulaç açan bir yapı haline gelmiştir. Batılılaşma ve oryantalistleşme eğilimi içine girmiştir. İslami camiadan ruhen ve hissi olarak kopmuştur.  İslami camiaya yabancılamıştır. Aynı oranda Batı ve batıcılarla kucaklaşmış ve bütünleşmiştir. Bu kademe kademe gerçekleştiğinden orada çalışanlar bu dönüşümü fark edememiş, bilakis zamana yayıldığından dolayı hazmetmiş ve özümsemişlerdir.  Kimileri de kendisini gerilim hattında ve çarkın dışında bulmuştur.

Sisi darbesinden sonra camiaya ait kanallardan birisi beni davet etmiş ve programa Bülent Keneş beyle birlikte katılmıştık. Yazdığım gazetede konuyla alakalı yazıyı okumuş ve taaccüp etmişti. Çok sert yazdığımı düşünüyordu. Halbuki, Sisi Tiananmen Meydanından önce ve sonra hatta Mehmet Ali Paşa’nın Kale katliamından daha büyük katliamları dünyanın gözü önünde irtikap ve icra ediyordu. Bana böyle bir söz söylemesi yersizdi. Nitekim daha önce Esat’a da muhalif iken Ak Parti ile yolları ayrılınca adeta iktidarı Esat üzerinden silkelemeye, vurmaya başladılar.  Burada ahlaki kriter ve pusulayı kaybettikleri anlaşılıyor. Nitekim daha sonra Sisi’ye sütliman Erdoğan’a militan kesilmişlerdir. Bu kimsenin hata veya günahtan veya yanlış davranıştan ari ve beri olduğunu söylemek değildi. Ben Zaman’ın eski halini Ekrem Dumanlı’dan öncesini hatta 1995 yılından önceki halini özlüyorum.  İhtimal olmasa da yine de inşallah fabrika ayarlarına ve eski çarkına geri döner diye temenni ediyorum.

1995 sonrası için acaba Amerikalılar hiç kendi aralarında birileri için ‘Zaman’daki adamımız’ diye fısıldaşmış olabilirler mi? En azından benim verebileceğim bir cevap değil.