Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Yüce ALLAH’ın:

“Önce en yakın akrabanı uyar”  emri gereğince, önce yakınlarından başlamak üzere insanları İslâm’a davet etmeye başlamıştır. Kendilerini İslâm’a da’vet ettiği kimseler O’nu, “el-emin = güvenilir kişi” olarak tanıyorlardı. O’nun dürüstlüğü ve ahlâkî üstünlüğü üzerinde ittifak halinde idiler. Kendisinin ALLAH tarafından gönderilmiş ve görevlendirilmiş Peygamber olduğunu duyunca, O’na inanmaya ve etrafında toplanmaya başladılar. O’nun bu davetine uyanların sayısı günden güne artıyor ve İslâmiyet hızla yayılıyordu. Ancak Mekke-i Mükerreme'de Kureyş Kabilesi’nin ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki hâkimiyetlerini kaybedeceklerinden korktukları için O’na engel olmaya çalışıyorlardı. Bunun için Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimize ve O’na inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Mekke-i Mükerreme'li müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. O’na kucak açma, O’nunla insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastettiler.  Mekke-i Mükerreme müşrikleri Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimize karşı İslam’ı tebliğ etmeğe başladığı andan itibaren karşı bir tavır takındılar, engellemeye çalıştılar. Bu tavır ve engelleme, sadece İslam’ı reddetmekten ibaret kalmadı, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz alaya alındı, müminlere baskı uygulandı ve bu baskılar İslam’ın Mekke-i Mükerreme’de yayılmaya başlaması üzerine eziyet ve işkenceye dönüştü. Neticede Müslümanlara zulmederek, akıl almaz işkencelerde bulundular. Hatta Ammar b. Yasir'in babası Yasir ve annesi Sümeyye işkenceyle öldürüldü. Kendilerince Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimize tâbi olanları vazgeçirmek istediler. Yüce Kitabımızda şöyle buyurulmuştur:

 “Onlar ağızlarıyla ALLAH’ın nurunu söndürmek isterler. Halbuki kafirler istemeseler de ALLAH nurunu tamamlayacaktır.”

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Mekke-i Mükerreme'lilerin kendisine ve Müslümanlara karşı takındıkları tavır karşısında, hiçbir zaman yılmadı, doğacağına kesinlikle inandığı İslâm güneşine, başka ufuklar aramayı düşündü. Müşriklerin, tahammülü çok güç olan bu zulümleri karşısında, Mekke-i Mükerreme’de müslümanlar korunamaz hale gelmişlerdi. Amcası Ebu Talib tarafından himaye edildiğinden bu tür eziyetlere uğramayan, fakat ashabının başına gelenlere son derece üzülen ve işkenceleri engellemeye de gücü yetmeyen Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz, göç etmeyi düşünen ve aralarında Hz. Osman (R.A.) ve hanımı, aynı zamanda Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin Hz. Rukiyye (R.Anha), Cafer b. Ebi Talib (R.A.) ve hanımı Esma binti Umeys(R.Anha), Osman b. Maz'un (R.A.), Zübeyr b. Avam (R.A.), Halid b. Said (R.A.) ve karısı Ümeyme bint Halid (R.Anha), Abdullan b. Cahş (R.A.), Abdullah b. Mes'ûd (R.A.), Abdurrahman b. Avf (R.A.), Ebu Ubeyde b. Cerrah (R.A.), Mus'ab b. Umeyr (R.A.) gibi meşhur kişilerin de bulunduğu bir grup müslümanın Habeşistan'a gitmesine izin verdi. Habebiştan Necaşisi Ashame'nin semavi bir dine mensup, adaletli bir hükümdar olması ve Arapça bilmesi hicret için Habebiştan'ın seçilmesinde önemli bir sebep teşkil ediyordu. Ayrıca ulaşım kolaylığı ve muhacirlerin mali sıkıntılarını daha rahat şekilde giderebilme imkânı da bu seçimi etkilemişti. Onbir erkek ve dört kadından oluşan Müslüman kafilesi 615 yılında Mekke-i Mükerreme'den Şuaybe limanına, oradan da bir tekneyle Habebiştan'a gitti. Bu hicret, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin henüz tebliğinin ilk yıllarında iken Afrika ile temasa geçmesini sağladı. İlk muhacirlerin iyi karşılanması üzerine ikinci hicret kafilesine yetmişten fazla Müslüman katıldı.