Zekât toplumsal adaleti ve kaynaşmayı sağlamak için İslam’ın temel şartlarından biridir. Kur'an zekât vermeyi, müminlerin, muhsinlerin, iyi ve muttaki kulların vasıflarından saymıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de zekât kelimesi iki yerde (el-Kehf 18/81; Meryem 19/13) sözlük anlamında; sekizi Mekke döneminde nâzil olan sûrelerde olmak üzere otuz âyette ise terim anlamda kullanılmıştır. Bu âyetlerin yirmi yedisinde dinin direği namazla birlikte zikredilmiştir. Bundan anlaşılacağı üzere, İslâm'ın ilk dönemlerinden itibaren Müslümanların hayatına zekât konulmuş, daha sonra da, zengin olanların bu imkânını belli oranda fakirlere vermesi gerektiği, bunun namaz ibadeti kadar önemli olduğu vurgulanmıştır.

Bursa'da çocuklar hayallerindeki meslekleri resmettiler Bursa'da çocuklar hayallerindeki meslekleri resmettiler

Allah (C.C.) “Onların mallarından, kendilerini temizleyecek ve yüceltecek bir sadaka al” (Tevbe) emretmiş. Yine Peygamber Efendimiz (SAV) de, ‘Allah zekâtı, geride kalan mallarımızı temizlemek için farz kıldı” buyurmuştur. Tüm zengin Müslümanlar hangi malları varsa bunların zekatın bilmek hesaplayıp vermek zorundadır. Daha önce hangi mallara zekât verilir konusunu işlemiştik. 

Bu konudaki ayrıntılı fıkhî hükümlerin önemli bir kısmının Hz. Peygamber'in ve sahâbenin uygulamalarından kaynaklandığını biliyoruz. Ancak Kur'an-ı Kerim, zekâtın kimlere verileceğini özellikle belirtmiş Tevbe sûresinin 60. âyetinde bu kişiler ayrı ayrı sayılmıştır. Âyette Allah (CC) mealen şöyle buyurulur: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakîmdir."

ZEKÂTIN SARF YERLERİ

Zekâtın sarf yerleri, Kur'an'daki sıralamasına uygun olarak (et-Tevbe 9/60) alimler şöyle açıklamıştır:

FAKİRLER ve MİSKİNLER

Âyette bu sınıf "el-fukarâ ve'l-mesâkîn" şeklinde geçer. Zekât verilecek kişileri belirtmek üzere öncelikle zikredilen bu iki kelime, tabii ve zaruri ihtiyaçlarını dâhil temin edemeyecek olanları ifade etmektedir. Ancak bu iki kelimenin aynı âyette peş peşe zikredilmesini dikkate alan fakihler bu iki terimin ayrı iki sınıfı mı yoksa aynı sınıfı mı ifade ettiğini, hangi ihtiyaç derecelerini gösterdiklerini tartışmışlardır. Hanefîler, âyette zikredilen fakiri; ev ve ev eşyası gibi aslî ihtiyaçlarını karşılayan malı olsa da gelirleri ihtiyaçlarını karşılayamayan, nisab miktarından daha az malı bulunan kimse olarak anlamışlardır. Mâlikî fakihler ise fakir ve miskin tanımları da Ebû Hanîfe'nin tanımlarına yakındır. Buna göre miskin, fakirden daha muhtaç kimseye denmektedir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ile Mâlikîler'den İbnü'l-Kasım'a göre fakir ve miskin aynı sınıftır, aralarında bir fark yoktur.  Şâfiî ve Hanbelîler'e göre fakir; kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin ihtiyaçlarını gidermeye yeterli malı ve kazancı olmayan kimsedir. Miskin ise kendisine ve geçimini sağlamakla yükümlü kişilere yeterli olmamakla beraber, sahip olduğu mal ve kazançla kıt kanaat geçinebilen kişidir.

“ÂMİLLERE” ZEKÂT

Fakirler ve miskinler iki ayrı grup sayılacak olursa, ilgili âyette zekât gelirlerinden pay alacakları belirtilen üçüncü grup kişiler "zekât işlerinde çalıştırılan memurlar" anlamına gelen “âmillerdir.” Kur'an'ın, âmilleri zekâttan pay almayı hak eden sekiz sınıftan biri olarak zikretmesi, zekâtı toplama ve dağıtım işinin devletin kontrol ve idaresi altında yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Ama maalesef bugün bu müessese devletimizde yoktur. Zengin Müslümanlar bireysel olarak zekâtını hesaplayıp dağıtmak durumundadır.

MÜELLEFE-i KULÛB  (KALPLERİ KAZANILMAK, İSLÂM'A ISINDIRILMAK)

İlgili âyette zekât verilecek dördüncü grup, "müellefe-i kulûb" olarak nitelendirilmiştir. Müellefe-i kulûb, kalpleri kazanılmak, İslâm'a ısındırılmak veya kötülüklerinden emin olunmak istenen yahut Müslümanlara faydalı olacakları umulan kişilerdir. Bu tanıma göre müellefe-i kulûb Müslümanlar ve gayrimüslimler olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Gayrimüslim olanların kalplerinin kazanılması ile kendilerinin veya onlara tâbi olan fertlerin İslâm'a girmeleri umulur ya da onlardan veya yakınlarından gelebilecek kötülüklerden emin olunur.  

2. Müslüman olanların kalplerinin İslâm'a daha çok ısındırılmasında ise şu maksatlar güdülür.

RİKAB

Rikab "boyun" mânasına gelen rakabe kelimesinin çoğuludur. Zekâtın sarf yerlerine ilişkin açıklamanın yer aldığı âyette, boyunduruk altındaki kimseler için pay ayrılmasından söz edilir. Âyetin bu ifadesini âlimler, o dönemden itibaren zekâtın sosyal bir vâkıa olarak İslâm toplumunda da olan köleliğin tedrîcen kaldırılması yönünde harcanması şeklinde anlaşılmıştır.

BORÇLULAR (ELGARİMÎN)

Âyette zekâtın sarf yeri olarak gösterilen altıncı grup, borçlulardır (Elgarimîn). Hanefîler'e göre garimîn, borcu olan ve borcundan başka nisab miktarı malı bulunmayan kimselerdir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri de garimînin tanımında "borçlu olma"yı esas alırlar ve borcun sebebinin borçluya zekât verme hükmüne etkisini dikkate alarak borçluları, kendi ihtiyacı için borçlananlar ve toplumun menfaati için borçlananlar olarak iki kısma ayırırlar.

FÎ SEBÎLİLLAH (CİHAT EDEN KİŞİYE)

 Âyette zekât verilecek yedinci grup için fî sebîlillâh terimi zikredilmektedir. Kelime anlamı "Allah yolunda" demek olan fî sebîlillâh tabirinin -biri dar diğeri geniş- iki anlamı vardır:

1. Allah Teâlâ'nın rızâsına uygun ve O'na yaklaşmak amacıyla yapılan her türlü hayırlı işte çalışan.

2. İslâm'ı yüceltmek uğruna bilfiil cihadda (sıcak harp) bulunan. "Allah yolunda" tabirinin, zekât gelirinden Allah yolunda cihad için de bir fon ayrılması gerektiğini bildirdiği açıktır. Ancak cihad kavramının İslâm kültüründe geniş bir anlam yelpazesine sahip olması sebebiyle, âyetin bu ifadesinin kimleri ve ne tür faaliyetleri kapsadığı hususu İslâm bilginleri arasında geniş tartışmalara konu olmuştur.

İBNÜSSEBÎL

 Âyette zekâtın sekizinci sarf yeri olarak ibnüssebîl tabiri kullanılır. Sözlükte "yol oğlu" anlamına gelen ibnüssebîl, yolcu, yola çıkmış ve bir süredir yolda olan kimse demektir.

ZEKÂTIN DAĞITIM USULÜ

Zekâtın, ilgili âyette geçen ve yukarıda açıklanan sekiz sınıfa verilmesi gerektiği fakihler arasında genel kabul görmüş, fakat zekât gelirinin bu sekiz gruba nasıl dağıtılacağı, grupların payının eşit olmasının gerekip gerekmediği tartışmalı kalmıştır. 

ZEKÂT VERİLMEYECEK KİMSELER

Zekatın verileceği gibi verilemeyeceği olan kişiler de vardır. Zekât, ana, baba, eş ve çocuklar. Yani senin doğduğun ve senden doğanlara ayrıca Müslüman olmayanlara verilmez. Fakihlerin ittifakı ile zekât, esasen ibadet içerikli bir mükellefiyet olması sebebiyle, gayrimüslimlere, Allah'a, peygamberlerine, âhiret gününe inanmayan kişilere ve dinden dönenlere, yani mürtetlere verilmez. Zenginlere zekât verilmez. Hz. Peygamber Efendimizin yakınlarına da zekât verilmez. Buhârî'de rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber, torunu Hasan zekât hurmalarından birini alıp yemek istediği zaman ona, "Bırak, bırak! Zekât malını bizim yiyemeyeceğimizi bilmiyor musun?" buyurmuştur. Zekâtın Hz. Peygamber'e ve onun yakınlarına verilmeyeceğini bildiren başka hadisler de vardır (bk. Müslim, “Zekât”, 167; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 29).

Editör: Süper Kanal TV