“Andolsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, peygamberlere de soracağız!”  
ALLAH Teâlâ’dan başka herkes için değişmeyen son. Sorumluluk!.. Sorumlulukta yüz aklığı, ne mutluluk!.. Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, yüz binlerin “evet tebliğ ettin!” şehadetiyle gitti Rabbisine... Ya biz Müslümanlar, ya bizler nasıl çıkacağız ALLAH Teâlâ katına? Düşünceler düşüncesi, bu muammayı çözmesi! Haydi Müslümanlar! İşte meseleler meselesi! Bence bu noktada düğümlenir ve çözülür Veda Hutbesi...
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Arafat’ta okuduğu bu Veda hutbesi bir insan hakları belgesidir. Bu hutbe ile insanlığın hayatında önemli bir değişim başlamış, insanlığın ufkunda yeni bir ışık doğmuştur. Artık haksızlığın ve geçici dünya ölçülerine dayalı ayrımcılığın yerini adalet ve eşitlik almıştır. İnsanların ALLAH Teâlâ katında en değerlisi ve en hayırlısı: ALLAH Teâlâ’dan en çok korkan, O’na en bağlı olan, insanlara en faydalı olandır. 
Bu sebeple Müslümanlar için bir çeşit ‘insan hakları beyannâmesi’ niteliğinde olan Veda Hutbesi aslında Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimizin duruşunun en açık göstergelerindendir. O gün, yüzbin kişiye hitap eden Resûlullah (S.A.V.) efendimiz, hutbesinde hem kendi duruşunu, hem de Müslümanların duruşlarının nasıl olması gerektiğini deklare etmiştir. Şöyleki:
1- Müslümanların canları ve malları, içinde bulundukları kutsal zaman ve mekan kadar saygın ve dokunulmazdır. 
2- Kadınlar, ALLAH Teâlâ’nın emanetidir ve onların hakları, iffetleri ve ihtiyaçları konusunda bu sorumluluk bilinci ile hareket edilmelidir.
3- Kan davası ve faiz gibi cahiliyye gelenekleri kaldırılmıştır.
4- Sapıklığa düşmemeleri ve sımsıkı sarılmaları için Müslümanlara ALLAH Teâlâ’nın Kitabı’nı ve kendi Sünnetini bırakmıştır.
Görüldüğü üzere insanlar arasındaki olumsuz ayrımcılıkların tamamen ortadan kaldırılması, temel insan haklarına ilişkin ilkeler, dünya ve ahiret mutluluğu için gerekli prensipler bu hutbede yer alan hususlardan bazılarıdır. Fakat bu hutbedeki en can alıcı nokta, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, Kur’an-ı Kerim’i ve buna bağlı olarak kendi Sünnetini bize emanet olarak bıraktığını özellikle vurgulaması ve bunlara sarıldığımız takdirde yolumuzu şaşırmayacağımızı ifade etmiş olmasıdır.
İşte bu bakımdan değerli kardeşlerim, burada, bu büyük günde, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin: “Tebliğ ettim mi?” sesine candan kulak vererek: “Evet, ey ALLAH Teâlâ’nın elçisi, sen tebliğ ettin, tebliğ görevini yerine getirdin. Senin mesajın bize ulaştı. Bundan sonra bu mesajı taşımak bizim görevimiz.” diyerek bu mübarek meydandan İslâm’ın bu temel ilkelerinin savunucusu ve taraftarı olmak azmi ve kararlılığı içinde ayrılmalıyız ki, hac gibi ulvî bir ibadetin anlam ve gayesine ulaşmış olalım. 
İşte bu kutlu yerde ve bu kutlu mekânda yanımıza alarak geri döneceğimiz en önemli hediye, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin bu emaneti olacaktır.
Bu asırda Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizi tanımaya ve O’nun güzel ahlakını, yolunu öğrenmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. En güzel örnek olmasına rağmen, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizi hakkıyla ve yakından tanıyamadık. Sünnetini yeterince yaşayamıyoruz. Bunun ezikliği ve her şeyden önemlisi O’na layık bir ümmet olamamanın verdiği mahcubiyet içerisinde buradan O’nun örnek ahlâkını da alarak dönmeliyiz. 
ALLAH Teâlâ ve Resûlü (S.A.V.) Efendimize itaat edeceğimize, bundan böyle bütün hayatımızda Resûl ile birlikte yol tutacağımıza, O’nu kendimize örnek edineceğimize dair söz vererek dönmeliyiz bu yolculuktan.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını Mescid-i Nemire’de öğle vaktinde birleştirerek kıldıktan sonra, doğruca Cebel-i Rahme’ye gitmiş, kıbleye yönelerek tam güneşin batışına kadar dua ve niyaz ederek vakfesini yapmıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan O rahmet elçisi, orada öğleden akşama kadar saatlerce kim bilir ne yakarışlarda bulunmuştur. İşte bilinçli bir vakfe, bilinçli bir duruş, vakarlı, kararlı, umutlu bir bekleyiş bu bilinçle yapılmalıdır.