Altan Tan isminin önemli bir siyasi gerçekliğe tekabül ettiği açık. O HDP milletvekili. O İslamcı. Bulunduğu yer ile farklarının farkında ve onu korumaya çalışıyor. Konuşuyor. Konuşurken zaman zaman bulunduğu yerin gereklerine riayet etse de, zülf-ü yare dokunmaktan da geri kalmıyor. O yüzden “barıştan söz ettiği için Polyannacılıkla, hatta HDP’nin tasfiye sürecini başlatmakla” suçlanıyor. Bir ara adaylığı gitti geldi. 

Dün Cumhuriyet’te Selin Ongun’a verdiği mülakat yayınlandı.

Kendisine “Kandil’in Kürt siyaseti üzerindeki askeri vesayetinin ne zaman sona ereceği”nden, kazılan hendeklere kadar her şey sorulmuş. İlginç cevapları var.

Bir kere Kandil’i dağdan inip Diyarbakır’dan, Urfa’dan, İstanbul’dan aday olmaya, parti kurup “partilerini” yönetmeye davet ediyor. “Biz Kandil’in, İmralı’nın vekâletini alalım, onların rolünü kapalım, siz orada kalın, biz “malı götürelim” gibi bir hesap içinde değiliz. Herkes gelsin siyasette kendi “malını” pazarlasın” diyor. Yani “mallar”ı ayırıyor resmen.

Sonra “Devrimci halk savaşı” ve “iç savaş” bağlantısına ilişkin değerlendirmeleri var. Bu arada halkın olan - bitene nasıl baktığına ilişkin görüşler. Şu sözler Altan Tan’a ait:

“İç savaş felakettir. Suriye, Irak ve Lübnan örnekleri önümüzde. Devrimci halk savaşları 1960’ların Latin Amerikasında kaldı. Afrika’da, Angola’da, Kongo’da, Bolivya’da kaldı. Yapanlara da bir hayrı dokunmadı. Ardından diktatöryal rejimler geldi. Bunlar fantezilerdir. Bugünün dünyasının gerçekleri ile örtüşmez. Son kamuoyu araştırmalarında hep birlikte gördük. Kürt halkının yüzde 84.2’si bu mevcut hendek kazmaları, devrimci halk savaşı dedikleri pozisyonu benimsemiyor. Halka rağmen halkçılık olmaz. Halka rağmen de devrim olmaz. Nikaragua’da Sandinistalar devrimle gelip seçimle gittiler. “Bu halkın kafası basmıyor, ben ona doğruyu öğreteyim” demek de olmaz. İstanbul’dan, Urfa’dan, Diyarbakır’dan, Hakkâri’den, İzmir’den bu ülkenin 6 milyon insanı destek verdi, bizleri demokratik siyaset için Ankara’ya yolladı. Bunun ötesindeki yolları bu halk tasvip etmiyor. Tekrar söylüyorum: Yakarak, yıkarak, halkın yarısını perişan ederek elde edeceğiniz sonuç barış değil. Pirus zaferi, o da zafer değildir.”

Bunlar, bir HDP’li olarak zor söylenecek, belki Altan Tan’dan başkasının söyleyemeyeceği, ama Altan Tan’ın eninde sonunda söyleyeceği sözlerdir. Daha doğrusu, “Kürt siyaseti üzerinde PKK vesayeti”ni reddeden herkesin ya içinden geçen ya da bir gün mutlaka seslendireceği sözlerdir.

Altan Tan, resmen Kandil’e “Gelin malınızı pazarlayın” diyor. Bunun anlamı, mal - mülk ayrılığına, yani HDP ile bir tür ayrışmaya davettir.

Arefe günü yayınlanan yazımın başlığı “Kürtler neyi tecrübe edecekler?” şeklindeydi. İki ihtimal değerlendiriliyordu: Bir, terörle mücadelenin PKK etkisini ortadan kaldırdığı ve bölgede siyasetin özgürce yapılabildiği bir zemin, ikincisi de PKK’nın mutlak hakimiyeti altına girmiş, adeta Türkiye’nin “Tek Parti günlerini andıran” bir bölge. Ben o ortamı, zaman zaman da Kamboçya’nın Kızıl Kmer günlerine benzetirim.

Altan Tan, böyle bir Türkiye istemiyor. “Kürtler, Türkiye’de ve Ortadoğu’da Türklerle birlikte bir gelecek mi kuracak yoksa kavga ederek, yakıp yıkarak ayrılacak mı?” sorusuna cevabı hayır. Birlikte yaşama tercih edilecekse onun da şiddetle, kavga ile değil, demokratik yollarla, güzellikle olmasını istiyor.

Bence bunlar, dikkate değer duruşlar. Burada “HDP’nin kafası bu kadar firesiz mi?, Kandil aynı zihniyette mi?” soruları da sorulmuş Altan Tan’a. Bu sorular sorulabilir hiç kuşkusuz. Ama Kürt siyasetinin Altan Tan gibi bir damarı bünyesinde barındırdığı gerçeğini görmek lazım. PKK uygulamalarına yüzde 84.2’lik bir reddin HDP milletvekili Altan Tan tarafından altının çizilmesi de ayrıca önem taşıyor.