Bir şeyi çok istemekte sıkıntı yok. Ama hırsa değil azimle Allah'tan istersen yolun açık olsun... Derler ya umutsuz olmayın, Allah'tan ümit kesmeyin... Ki, Allah'tan ümit kesmek en büyük günahlar arasındadır...

İşte Takkeci İbrahim Ağa'nın hikayesi de umut ve ümit ila yola çıkanların gerçek hikayesidir: Nedir bu hikaye diyenlere anlatalım.

Takkeci İbrahim Ağa da inanırdı mucizelere. Surların dibinde bir kulübede fes, kalpak ve takke yapıp satarak geçimini zor sağlayan bir fakirdi.

Fakirdi ama gönlü çok zengindi, tevazu ve tevekkül sahibiydi. Kanaatkârdı. Çevrede çok sevilen biriydi.

Tek hayali vardı: Cami yaptırmak.

O bu hayalinden bahsettikçe:

“İbrahim Ağa, neyle yaptıracaksın camiyi? Ekmeğini zar zor kazanıyorsun” derlermiş.

Ne var ki o yitirmezmiş umudunu “Umulur ki derya tutuşa” dermiş. Öyle çok istermiş ki cami yaptırmayı. Dilinde, yüreğinde, ettiği her duada cami varmış.

Hep dermiş: "Ya Rabbi, bu mütevazı imkânla ben ömrümü sürüp gidiyorum. Sen bana bir servet lütfetsen de bu civarda cami yok, şuraya bir güzel cami yaptırsam."

İbrahim Ağa bir gün bir rüya görür. "İbrahim Ağa buralarda dolanma, senim kısmetin Bağdat'ta. Orada hurma ağacına sarılı vaziyette bir üzüm asması var. Sen Bağdat'a gideceksin, o hurmadan ve üzümden yiyeceksin. Ondan sonra kısmetin açılacak."

Aynı rüyayı üçüncü defa görünce "Bunda bir hikmet var, demek benim kısmetim Bağdat'ta. Gideyim, kısmetimi bulayım."

İbrahim Ağa, azığını doldurur, yola düşer.

Bağdat’a varınca girmiş bir handan içeri. Masaya oturup, kuru ekmeğini yemeye başlamış. Onun yavan ekmek yediğini gören hancı haline acıyarak kapının önündeki asmadan iki salkım üzüm kopartarak İbrahim Ağaya vermiş. İçi kıpır kıpır olan İbrahim Ağa, üzümleri yemiş ve kalkmış.

Hancı:

“Nereden gelir, nereye gidersin?” diye sorunca. “İstanbul’dan” demiş. “Bir rüya gördüm buraya geldim, rızkımı yedim, şimdi de dönüyorum” diye eklemiş. Bunu duyan hancı gülümseyerek: “Be adam rüyada görülen iki salkım için İstanbul’dan Bağdat’a gelinir mi hiç? Bana rüyamda, 'İstanbul'a git, Topkapı surlarının dışında Takkeci İbrahim Ağa diye birisi vardır. Onun evinin bodrumundaki kömürlüğünde hazine var,

bir yolunu bul, o evi satın al, oradaki hazineyi çıkar, zengin olursun' dediler. Üç defa ben bu rüyayı gördüm, ama kalkıp da İstanbul'a gidiyor muyum?"

İbrahim Ağa kendi evinin bodrumunda hazine olduğunun işaretini alır dağları aşar tekrar İstanbul'a evine gelir. Ama uyuması mümkün değildir. İlla kömürlüğe girip öyle bir şey olup olmadığını tespit edecektir.

Kısa bir yorgunluk attıktan sora, gece yarısı kömürlüğe iner, daha ilk kazmayı vuruşta küpün varlığı belli olur. Manzara çil çil altınlar. İbrahim Ağa'nın gözüne uyku girmez. Artık hazinenin üzerinde oturmaktadır.

Sabaha kadar uyuyamaz. Ama uyuyamayışı bu serveti camiye kullanmayayım duygusundan değildir. Düşündüğü şey şudur: "Ben bu küpü buradan çıkarırsam evdekiler ve çevresi bunu duyarsa, bu sırrı saklayabilir mi?”

İbrahim Ağa tecrübelerine dayanarak kimseye söylemez.

Doğruca mimarlar odasına gider. Onlarla pazarlık yapar, planı programı her şeyi çizdirir. Ve bulunduğu yere, kendi arsasına güzel bir cami yaptırır. Ve yaptırdığı caminin parasını gizli öder.

Cami tamamlanınca paylaşır sırları.

Halk da adını Takkeci İbrahim Ağa Camii koyar.

Camii restorasyonlarla hâlâ ibadete açıktır.

Yolunuz düşerse kabri de caminin yanındadır.

Allah (c.c.) rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Gönülden çok istemek bu olsa gerek…

Bazen rüyanın, hayallerin ve hedeflerin peşinde gitmek lazım...